Yenilenebilir enerji, 21. yüzyılın en kritik konularından biridir. Küresel iklim değişikliğinin hızlanması, fosil yakıtların yol açtığı çevresel tahribat, artan enerji talebi ve enerji güvenliği kaygıları, ülkeleri yeni çözümler aramaya yöneltmiştir. Bu bağlamda yenilenebilir enerji yalnızca çevre dostu bir alternatif değil, aynı zamanda ekonomik bağımsızlık, teknolojik gelişim ve toplumsal dönüşüm için de stratejik bir unsurdur. Dünyada bu dönüşümü en başarılı şekilde gerçekleştiren ülkelerden biri Danimarka’dır. Danimarka’nın özellikle 1970’lerde yaşadığı petrol krizlerinden sonra attığı adımlar, bugün ülkeyi yenilenebilir enerji alanında küresel bir lider haline getirmiştir. Bu dönüşümün en sembolik örneği ise Samsø adasında hayata geçirilen projedir. Samsø, yalnızca bir ada olmanın ötesinde, yerel halkın katılımı, rüzgâr ve biyokütle yatırımları, toplumsal sahiplenme ve uluslararası etkileriyle bir laboratuvar işlevi görmüş ve dünyaya ilham kaynağı olmuştur. Bu makalede Danimarka’nın enerji politikaları, Samsø’nun dönüşüm süreci, ekonomik, sosyal ve çevresel etkiler, uluslararası düzeydeki önemi ve Türkiye için çıkarımlar ayrıntılı biçimde ele alınacaktır.
Danimarka’nın enerji dönüşüm hikâyesi, 1973 ve 1979’daki petrol krizleriyle başlamıştır. O dönem ülke enerji ihtiyacının yaklaşık %90’ını ithal fosil yakıtlardan karşılamakta ve özellikle Orta Doğu kaynaklı petrol ithalatına bağımlı kalmaktaydı. Krizler Danimarka ekonomisini derinden sarstı; fiyat artışları, üretim daralmaları ve enerji güvenliği tartışmaları gündemin merkezine oturdu. Bu koşullar, ülkenin enerji politikasında köklü bir değişim ihtiyacını doğurdu. 1980’li yıllardan itibaren Danimarka enerji verimliliğine yatırım yapmaya, yerli enerji kaynaklarını değerlendirmeye ve rüzgâr enerjisini stratejik bir öncelik haline getirmeye başladı. Bu süreçte devletin sağladığı teşvikler, yerel kooperatiflerin girişimleri ve mühendislik şirketlerinin yenilikçi çalışmalarıyla Danimarka kısa sürede rüzgâr teknolojisinde küresel bir oyuncu haline geldi. Bugün Vestas ve Ørsted gibi şirketler dünya çapında enerji projeleri yürütmekte, Danimarka’nın teknolojik kapasitesini ve ekonomik gücünü temsil etmektedir.
Ulusal enerji politikaları 1990’lardan itibaren iklim değişikliğine odaklanmıştır. Kyoto Protokolü’nün ardından AB iklim hedefleriyle uyumlu politikalar geliştirilmiş, 2019’da kabul edilen İklim Yasası (Climate Act) ile ülke emisyonlarını 2030’a kadar 1990 seviyelerine göre %70 azaltmayı, 2050’ye kadar karbon nötr hale gelmeyi taahhüt etmiştir. Bu hedefler, Danimarka’yı Avrupa’da en iddialı iklim politikalarına sahip ülke konumuna getirmiştir. Yenilenebilir enerji yatırımlarıyla birlikte 2023 itibarıyla ülkenin elektrik üretiminin %60’tan fazlası rüzgâr ve güneşten sağlanmaktadır. Özellikle offshore rüzgâr çiftlikleri, Danimarka’nın enerji dönüşümünün simgesi olmuştur. Kuzey Denizi ve Baltık Denizi’ndeki büyük ölçekli projeler yalnızca ülkenin kendi ihtiyacını karşılamakla kalmamış, aynı zamanda Avrupa’nın enerji güvenliği açısından da kritik rol üstlenmiştir.
Bu politikaların en çarpıcı ve sembolik uygulaması ise Samsø adasında gerçekleştirilmiştir. Jutland yarımadasının doğusunda, yaklaşık 4000 kişinin yaşadığı Samsø, 1997’de Danimarka Enerji Bakanlığı tarafından açılan bir yarışmayı kazanarak yenilenebilir enerji adası projesine ev sahipliği yapmaya başlamıştır. Projenin temel hedefi, adanın enerji ihtiyacını tamamen yenilenebilir kaynaklardan karşılamak ve karbon nötr bir model ortaya koymaktı. Bu süreçte kurulan Samsø Enerji Akademisi, hem teknik çözümlerin hem de toplumsal katılımın koordinasyonunu üstlenmiştir. Proje, yalnızca bir enerji dönüşümü değil, aynı zamanda toplumsal bir dönüşüm süreci olmuştur.
Samsø’nun enerji sistemi çeşitlendirilmiş bir yapıya sahiptir. Elektrik ihtiyacının tamamı 11 kara türbini ve 10 offshore türbini ile karşılanmıştır. Offshore türbinler fazladan enerji üreterek ulusal şebekeye aktarılmış, ada yalnızca kendi ihtiyacını karşılayan değil, aynı zamanda enerji ihracatçısı haline gelen bir model oluşturmuştur. Isıtma ihtiyacı için ise biyokütle merkezleri kurulmuştur. Bu merkezlerde çiftçilerden toplanan saman balyaları ve tarımsal atıklar kullanılarak köylerin ısıtma ihtiyacı karşılanmıştır. Böylece hem fosil yakıtların kullanımı azaltılmış hem de tarımsal atıklar ekonomik değere dönüştürülmüştür. Ayrıca pek çok haneye güneş kolektörleri kurulmuş, sıcak su ihtiyacı güneş enerjisiyle sağlanmıştır. Bu sistem, ada halkının yaşam kalitesini artırırken enerji maliyetlerini de düşürmüştür.
Samsø modelini benzersiz kılan en önemli unsur toplumsal katılımdır. Ada sakinleri projelere yatırım yapmış, türbinlere ortak olmuş, biyokütle tesislerinde hissedar haline gelmiştir. Projelerin planlama aşamalarında halk doğrudan yer almış, karar süreçlerine katılmıştır. Bu katılımcı yaklaşım, projelerin toplumsal kabulünü artırmış, enerji dönüşümünü hızlandırmıştır. Søren Hermansen liderliğinde yürütülen süreç, literatürde “toplumsal enerji devrimi” olarak tanımlanmıştır. Bu deneyim, enerji dönüşümünün yalnızca teknolojik bir mesele değil, aynı zamanda sosyal ve kültürel bir süreç olduğunu göstermektedir.
Ekonomik açıdan Samsø projesi ada halkına büyük faydalar sağlamıştır. Türbinlerden elde edilen gelirler yerel ekonomiye dönmüş, enerji maliyetleri düşmüş, enerji ihracatı sayesinde ada ek kazanç sağlamıştır. Bu durum ada halkının projeye olan desteğini güçlendirmiştir. Ayrıca Samsø uluslararası bir ilgi odağı haline gelmiştir. Her yıl dünyanın farklı yerlerinden akademisyenler, öğrenciler ve karar vericiler adayı ziyaret ederek deneyimlerden yararlanmaktadır. Bu ziyaretler ada için ek bir turizm ve eğitim ekonomisi yaratmış, yerel kalkınmaya katkı sunmuştur.
Çevresel açıdan Samsø dönüşümü büyük etkiler yaratmıştır. Ada yıllık yaklaşık 11 ton CO₂ salımını ortadan kaldırmış, karbon nötr hale gelmiştir. Tarımsal atıkların biyokütlede kullanılması döngüsel ekonomi modelini güçlendirmiş, sürdürülebilirlik ilkeleriyle uyumlu bir yapı ortaya çıkmıştır. Yerel kaynakların kullanımı ekolojik ayak izini küçültmüş, ada doğayla uyumlu bir enerji sistemi kurmuştur.
Uluslararası düzeyde Samsø, Avrupa Birliği’nin enerji ve iklim politikalarıyla uyumlu bir örnek olarak görülmektedir. AB’nin Fit for 55 ve REPowerEU planları, yenilenebilir enerji yatırımlarının hızlandırılmasını hedeflemektedir. Samsø, bu stratejilerin küçük ölçekli ama başarılı bir uygulaması olarak değerlendirilebilir. Ayrıca Birleşmiş Milletler’in Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’ndan SKA 7 (Erişilebilir ve Temiz Enerji) ve SKA 13 (İklim Eylemi) ile doğrudan bağlantılıdır.
Türkiye açısından Samsø deneyimi önemli dersler sunmaktadır. Türkiye’nin Karadeniz ve Ege kıyıları güçlü rüzgâr potansiyeline sahiptir. Ayrıca biyokütle ve güneş enerjisi açısından da benzer kaynaklara sahiptir. Türkiye’de yenilenebilir enerji yatırımları son yıllarda artmış olsa da, toplumsal katılım boyutunda eksiklikler bulunmaktadır. Yerel yönetimlerin, kooperatiflerin ve sivil toplumun projelere daha fazla katılımı, Samsø modelinin Türkiye’de uygulanabilirliğini artırabilir. Enerji dönüşümünün başarılı olması için teknolojik yatırımlar kadar halkın desteği ve sahiplenmesi de kritik öneme sahiptir.
Aşağıdaki tablo ve grafik, Danimarka ile Türkiye’nin yenilenebilir enerji kapasitelerini karşılaştırmaktadır:
- Danimarka: Rüzgâr 7,2 GW – Güneş 2,0 GW – Biyokütle 0,9 GW – Toplam 10,1 GW
- Türkiye: Rüzgâr 12,0 GW – Güneş 10,5 GW – Biyokütle 2,0 GW – Toplam 24,5 GW
Türkiye toplam kapasitede daha yüksek görünse de, Danimarka özellikle rüzgâr teknolojisindeki inovasyonu, toplumsal katılım modeli ve enerji politikalarının bütüncül yapısıyla öncü konumdadır. Samsø örneği, Türkiye için yerel ölçekte uygulanabilecek bir yol haritası sunmaktadır.
Sonuç olarak, Samsø küçük bir ada olmasına rağmen yenilenebilir enerji dönüşümünde küresel ölçekte bir model haline gelmiştir. Teknoloji, politik kararlılık ve toplumsal katılım birleştiğinde sürdürülebilir enerji geleceğinin mümkün olduğunu kanıtlamıştır. Samsø, yerelden küresele uzanan bir vizyonun ürünü olarak, iklim kriziyle mücadelede yol gösterici olmaktadır. Türkiye gibi ülkeler için de Samsø, enerji politikalarının şekillendirilmesinde güçlü bir referans niteliği taşımaktadır.
Yararlanılan Kaynaklar
- Danish Energy Agency (2023). Energy Statistics 2023. Copenhagen.
- Samsø Energy Academy (2022). Samsø: A Renewable Energy Island. Samsø.
- Hermansen, S. (2010). Commonities, Communities and Renewable Energy: The Case of Samsø. Journal of Environmental Policy.
- IEA (2022). Denmark 2022 Energy Policy Review. Paris: International Energy Agency.
- REN21 (2023). Renewables 2023 Global Status Report. Paris.
- European Commission (2021). Fit for 55 Package. Brussels.
- European Commission (2022). REPowerEU Plan. Brussels.
- GWEC (2024). Global Wind Report 2024. Brussels.
- UNDP (2020). Sustainable Development Goals and Clean Energy. New York.

2005 yılında Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun olmuştur. Aynı yıl Çankaya Üniversitesi Kamu Hukuku Ana Bilim Dalı-Anayasa Hukuku alanında yüksek lisans yapmıştır. 2011 yılına kadar Ulaştırma Bakanlığına bağlı Mesleki Eğitim Merkezlerinde ODY-ÜDY Eğitmeni olarak görev yapmış olup, yaklaşık 15 yıldır Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinde hukukçu olarak çalışmaktadır. TOBB’da ilk olarak Dış Ticaret ve Uluslararası Lojistik alanında çalışmalarda bulunmuş olup, 7 yıla yakın Birleşmiş Milletler temsilciliği yapmış olup şimdi TOBB Reel Sektör AR-GE ve Uygulama Daire Başkanlığında KOBİ Politikaları Müdürlüğünde uzman hukukçu olarak görev yapmaktadır.
Diğer yandan, Gazi Üniversitesi Kamu Hukuku-İdare Hukuku Ana Bilim Dalında idare hukuku kürsüsünde doktora tezini tamamlamaya çalışmaktadır. Türkiye’de YÖK tarafından kabul gören TOBB konulu tezin tamamlanmasından sonra bunu kitaplaştırmayı planlamaktadır.
Bununla birlikte, halihazırda 2023 yılından bu yana Türkiye’de özellikle enerji sektörü ile yenilebilir enerji konusunda kendini uluslararası alanda da kanıtlamış “DÜNDAR HUKUK” VE “DÜNDAR LEGAL SERVICE CONSULTANCY” de Londra bloğunda köşe yazısı yazmaktadır.
 
			  

 
												